InfoGero
Gerontolojinin Bilim Olarak Önemi 06.03.2019 Prof. Dr. İsmail Tufan
Tweet Etrafımızın araştırmalarla dolu olduğunu görmekteyiz. Kamu yoklamaları, seçmen araştırmaları, tüketim istatistikleri, nüfus istatistikleri ve diğerleri. Buna rağmen bilimsel araştırmanın ne olduğunu bilenlerin sayısı azdır. Araştırmaların planlı ve sistematik girişimlerle gerçekleştirilmesi gerektiğini söylediğimizde, kimsenin buna bir itirazı olmadığını görüyoruz, ama plan ve sistematik kavramlarının gerontolojik araştırmalarda anlamını sorunca, buna cevap verenlerin sayısı memnun edicidir, buna rağmen ülkemizde gerontolojik araştırma, yani planlı ve sistematik eylemler sonucunda yapılan araştırma sayısının azlığı ürkütücü düzeydedir. Hem yaşlanan toplumda yaşadığımızı söylüyoruz, hem de yaşlanma olgusunu görmezlikten geliyoruz. Yaşlanmayı da herkes zaten bildiğini kabul ediyor. Dolayısıyla bilinen bir şeyi araştırmaya gerek olmadığına inanıyor. Gerçekten bu “inanç” çok yaygındır ve bilindiği gibi yanlış inançları yıkmak zordur. Bilim bilgi üretmektir, deyince, çoğunluk kafasını aşağı yukarı sallayarak, bunu onaylamaktadır. Ama bilimi gerçekleştirmeyi önerince, sağa sola sallanan kafaları görmek çok hüzünlü bir manzaradır. Özellikle kendini bilim insanı olarak tanımlayanların yaşlanma olgusu hakkında bilgi üretimine asgari katılımı, yaşlanan insanların geleceğine umutlu bakışlarımızın azalmasına neden olmaktadır. Ampirik bilgi “duyusal tecrübeler” ile mümkündür. Duyusal tecrübeler ise insanın beş duyusuyla elde ettiği bilgilerdir. Ampirik bilgiler direkt ve endirekt olmak üzere ikiye ayrılır. Eğer bunlardan birine ait değilse, o bilgi ampirik değildir. Dolayısıyla bilimsel bilgi değildir. Herkesin yaşlanma ve yaşlılık hakkında kişisel ampirik tecrübeleri ve bunlara dayanan bilgileri vardır. Fakat bunlar düzensiz, tesadüfen, gelişigüzel, dağınık vaziyette olan bilgidir. Bu yüzden bunları düzene koyan, sistematikleştiren gerontolojik araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Tekerleği her seferinde yeniden keşfetmeye gerek yoktur. Bilgi birikiminden yararlanmak ve mevcut bilgilerin üzerine yenilerini eklemek gerekir. Ama Türkiye’de gerontolojik bilgi birikimi yoktur. Dolayısıyla birçok durumda tekerleği yeniden keşfetmek zorunluğu doğmaktadır. Çünkü yaşlanma ve yaşlılık topluma göre değişen nitelikleriyle dikkat çekmektedir. Evrensel geçerliliği olan yaşlanma ve yaşlılıktan söz etmek mümkün değildir. Ama bilimde “sebep-sonuç” ilişkisi kabul edilir. Bu varsayım bilimin özelliğidir. Ardında determinist düşünce yatmaktadır. Yani bütün olayların, ortaya çıkmadan evvel sebeplerinin ortaya çıktığı ve bu sebeplerin sonuçlar doğurduğu kabul edilir. Olayların evveliyatı önce sebeptir, sonra bundan doğan sonuçlar vardır ve bu evveliyatı olan sonuçlar kendileri evveliyat haline gelerek artlarından doğan sonuçların sebebine dönüşürler. Bu yüzden sebep-sonuç-zincirinin halkaları tükenmez, aksine sürekli yeni halkalar eklenir. Yaşlanma ve yaşlılık “zincirimizin” halkaları o kadar azdır ki, buna “zincir” demeye dilimiz varmıyor. Gerontolojik araştırmalardan elde edilen sonuçlar verilerden elde edilmektedir. “Sonuç” veya “bulgu” dediğimiz şey, araştırmada toparlanan verilerin analizi ve yorumlanmasıdır. “Yorum” kavramı bir hayli tehlikelidir. Bilim insanından belli bir tutuma sahip olmasını talep etmektedir. Yani veri analizlerinden türetilen yorumsal bulguların objektif olmaları gerekir. Fakat hem yorum hem objektif nasıl olunur? İşte asıl mesele de budur. Burada yorum kavramından şunu anlıyoruz: ideolojilere, dini inançlara, kültürel faktörlere, toplumsal değer ve normlara bağımlı kalmadan verilerin analizinden ortaya çıkan “durumu tarafsız bir şekilde yorumlamak”. Bilim rasyonel bir uğraştır. Rasyonel olduğu için bilimsel açıklamalar akla uygun olmalıdır. Gerontoloji istatistiksel analizlerden verilerden bilgi üretir. Bazı araştırmacılar verileri değil, sadece yöntemin ortaya çıkardığı sayısal değerleri yorumlamaktadır. İstatistik yöntemleri verilere bir anlam kazandırmaz. Verilerin nereden geldiğini sormaz, sadece sayısal verileri analiz etme olanağı sunar, ama elde edilen istatistiksel rakamlara anlam kazandıran araştırmacı olmalıdır. Bunu yapabilmesi için istatistik yöntemlerini bilmesi yeterli değildir, aynı zamanda bu yöntemlerin ortaya koyduğu sayıların manasını bilmelidir. Bizim gözlemlerimiz Gerontoloji alanında araştırma yapan bilim insanlarımız arasında bazılarının gerontolojik bilgi eksikliğini, istatistiksel sayılara yüklemeye çalıştıkları “anlamsız anlamlarla” gözden kaçırmaya çalıştıkları yöndedir.