InfoGero

Günah Keçisi Kavramı Nereden Geliyor?

03.01.2018 Prof. Dr. İsmail Tufan






Sık sık işitiriz: Günah Keçisi! Nedir? Sosyal Psikolojide bir teorinin adıdır. Bir kimse günah keçisinden söz ediyorsa, bu teoriden söz ediyor demektir; bazıları da bu teoriyi bilmedikleri halde, Günah Keçisi ifadesini ilginç, çarpıcı ve şık bir terim olarak sözlerinin arasına sıkıştırıp, kulağa hoş gelen bir söz söylediğini zanneder ve zannedilir. Buna yakın olan “Cadı Avı” terimi de sık kullanılmaktadır. Kültürümüzde keçinin ızgarası dışında fazla bir anlamı yoktur, cadılar zaten kültürümüzde hiç yoktur. Bu yüzden keçinin günahından ve cadının avından bu denli sık söz edilmesi de hayrete değer başka bir özelliğimizdir.

Günah Keçisi Teorisi (scapegoat theory) der ki, belirli kişilerin, grupların veya durumların yarattığı hüsran ve düş kırıklığı sonucunda ortaya saldırganlık başka bir gruba kaydırılır (= günah keçileri). Çünkü örneğin güçlü oldukları için saldırganlık kaynağı olan kişilere veya gruplara söz söylenemez, saldırı yapılamaz. Bu sebepten dolayı saldırganlığın yönü değiştirilerek, o an daha güçsüz görünen kişi veya gruplar durumun suçlusu olarak kabul edilip, günah keçisi konumuna getirilir.

Bir zamanlar Avrupa’da kadınlar “cadı” oldukları gerekçesiyle yakılmıştır. Cadıların Şeytanla seks yaptıkları, Katolik Kilisesinin emirleriyle alay ettikleri, beşikteki çocukları sakat bırakıp, onların yerine Şeytanı koydukları gibi bir sürü safsatayla günah keçisi seçilmişlerdir. Bu yüzden Kilise bu kadınların peşine düşmüştür. Yüzbinlerce kadını cadı olarak damgalayıp önce işkence yapmış ve ardından canlı canlı ateşte yakmıştır. Cadı avı teriminin kaynağı budur. Asıl suçlunun gücünden korkanlardaki hüsran ve düş kırıklığı saldırganlık hislerini depreştirir. Bundan kurtulma isteği daha zayıf ama suçsuz bir günah keçisi veya bir cadının peşine düşmeye yol açar. Uzun bir hüsran ve düş kırıklığının yarattığı saldırganlığın önyargıların kaynağı olduğu zannedilmiştir.

Muzaffer Şerif, Günah Keçisi teorisinin iddia ettiği gibi önyargılar ile ilgili bir deney yapmıştır. Geçen yazımda bundan söz etmiştim ve önyargıların başka sebeplere de dayanabileceğini ifade etmiştim. O makalemi okumayanlara Muzaffer Şerif’in realist çatışma teorisini kısaca açıklayalım: Eğer iki grubun değerli bulduğu, ama sadece birinin elde edebileceği bir hedef varsa, buna erişmek için gösterdikleri çabada ortaya çıkan rekabet ve çatışma önyargıların kaynağını meydana getirmektedir.

Ancak Bristol Üniversitesi (İngiltere) Sosyal Psikoloji Profesörü Henri Tajfel ve grubu Muzaffer Şerif’in getirdiği açıklamayı yeterli bulmamış, başka deneyler yaparak önyargıların kaynaklarına erişmeye çalışmışlardır.

Ünlü deneylerinden birinde 14-15 yaşlarındaki erkek öğrenciler birbirlerini çok iyi tanıyordu. (hatırlayalım: Şerif’in deneyinde hepsi erkek olan öğrenciler birbirini tanımıyordu). Sekizer kişilik gruplar halinde deney laboratuvarına alındılar. Araştırmacılar öğrencilere görsel algı ile ilgili bir deney yapılacağını söyledi. Bir beyazperdeye yansıtılacak olan noktaları saymaları ve bunu belirtmeleri istendi. Bu ödevi yerine getirdikten sonra öğrencilere başka bir deney daha yapılacağı söylendi. Bu deneyi kolaylaştırmak için iki gruba ayrılacakları ve grupların oluşturulmasında bir önceki deneyde elde ettikleri puanların kıstas kabul edileceği belirtildi. “Düşük puan” alanlar bir grup ve “yüksek puan alanlar” diğer grup olarak ayrılacaktı. Gerçekte gruplar tamamen tesadüf prensibiyle oluşturuldu. İki gruba ayrılan erkek öğrenciler diğer öğrencileri ödüllendirecek, ödül olarak belli bir öğrenciye belli bir miktarda hakiki para verilmesini önerecekti. Ama ödülün kime verileceğini bilmemekteydiler. Öğrencilerin isimleri gizli tutuldu ve her öğrenciye bir numara verildi ve hangi grubun üyesi olduğu belirtildi. Mesela 12 (yüksek puan grubu) veya 4 (düşük puan grubu) gibi. Yani öğrenciler ödüllendireceği öğrencinin kimliğini bilmemekteydi. Bu deney “minimal grup paradigması” olarak tanınmaktadır (Jonas, Stroebe, Hewstone 2014, s. 3).

Deneyin sonucunu merak ettiğinizi düşünüyorum ve gerçekten çok ilginç bir sonuç ortaya çıktı: Öğrencilerden para olarak kendi grubunun ve diğer grubun üyelerini ödüllendirmeleri istendiğinde çoğunluk kendi grubundaki öğrencilere daha fazla miktarda para ödülü dağıttı. Halbuki parayı kime verdiğini bilmiyordu. Bildiği tek şey numarayla kodlanmış olan bir öğrencinin kendi grubunda veya diğer grupta yer aldığıydı.

Bu yüzden araştırmacılar Tajfel ve arkadaşları, gruplar arası çatışmalarda gruplar arası soyutlanma olgusunun öneminin sorgulanması gerektiği sonucuna vardı. Çünkü bu gözlemlerde gruplar arasında herhangi bir çatışma yoktu. Grup içinde ve gruplar arasında interaksiyon yoktur. Denekler sadece kendisinin hangi grubun üyesi olduğunu bilmektedir. Ama diğerlerinin hangi grubun üyesi olduğunu bilmemektedir. Deney sırasında ise bir numara ve numaranın arkasında bu numarayı taşıyan kişinin kimliğini içermeyen ama hangi grubun üyesi olduğu bilgisi yer almaktadır. Anlaşılan soyutlayıcı davranışlar için sadece gruplara bölünmüş olmak yeterli gelmektedir.

Toplumu genç ve yaşlı olarak iki gruba ayırabiliriz. Birbirini tanımayan milyonlarca insanı yaşına göre genç ve yaşlı olarak etiketleyip onlara hangi grubun üyesi olduklarını direkt veya dolaylı yollardan söyleyebiliriz. Sadece bu gruplandırma genç ve yaşlı gruplarında birbirine karşı soyutlayıcı davranışların kaynağı haline gelebilir. Bu soyutlayıcı davranışlar durduk yerde ortaya çıkmaz. Bir vesile olmalıdır. Ve soyutlayıcı davranışlar için vesile sayısı sınırsızdır. Mesela Tazelenme Üniversitesi’ni kurduk. Burada 60 yaş ve üzeri kişilere öğretim veriyoruz. Yaşlılara öğretim olanağı sunmak, her gün rastladığımız bir şey değildir. Ülkemizde ilk defa olan bir şeydir ve bazı kimselerde antipati yarattığını da algılıyoruz. Her ne kadar çoğunluk bizi desteklese de, ömür boyu öğrenme olanağını son derece faydalı bulsa dahi gözlemlerden edindiğimiz tecrübeler, bazı kimselerin bunu küçümseyici davranışlara sapma eğilimine sahip olduklarını da göstermektedir. Gizli bir soyutlama eylemi ile karşı karşıyayız. Açıkça ifade edemiyorlar, çünkü “yaşlılara düşmanlık” gibi görünecektir. Bunu yapamadıkları için sözlerine yansıyor. Mesela onların nazarında anlaşılan Köy Enstitüleri değersiz bir şey olmalı ki, Tazelenme Üniversitesi demek yerine “Köy Enstitüsü’ne benziyor” diyerek, alttan vurmaya çalışıyorlar.

Birincisi köy enstitüleri bizim nazarımızda son derece faydalı ve başarılı girişimdir. İkincisi keşke Tazelenme Üniversitesi, gelecek nesillerde Köy Enstitüleri kadar tanınan bir girişim olabilse. Biz bundan utanç değil kıvanç duyarız.