InfoGero

Yaşlanma ve Yaşlılık Niçin Sosyal Sorun Olarak Tanımlanmalıdır?

16.01.2019 Prof. Dr. İsmail Tufan






Araştırmalar, yaşam koşulları ve yaşlanma sürecinde ortaya çıkan bedensel kayıplar arasındaki bağlantıları defalarca kanıtlamıştır. Bu da olumsuz yaşam koşullarının yaşlanan topluma büyük bir maddi yük olacağına işaret etmektedir. Bu yüzden sağlıklı yaşlanan insanlarımızın çoğalması bireysel ve toplumsal açılardan son derece anlamlıdır. Fakat bu henüz kamuoyunda gündemi belirmekten çok uzak bir konudur. Adeta “ebediyen genç” kalacak olan bir topluma sahipmişiz gibi hareket etmekteyiz.

Yaşlıların sorunları gençliğin sorunudur. Yaşam koşulları iyileştikçe bedensel kayıplar azalır, sağlığı koruma olasılığı yükselir (Amann 1973). Yani yaşlanan topluma yapılacak olan yatırım, bize başarılı yaşlanan ve sağlığını uzun süre koruyan insanlarla geri dönecektir. Hesap bir çocuğun bile rahatlıkla anlayacağı derecede açık ve nettir. Buna rağmen yaşlanan toplumu görmezlikten gelme alışkanlığımızdan vazgeçemiyoruz.

Ekonomik durum iyileştikçe yaşlılıkta hastalanma olasılığı azalmaktadır. Hastalıklar 80 yaş ve üzerindeki nüfusa kaymaktadır (Prahl , Schroeter 1996). Seksen yaşın üzerindeki nüfusumuz ise en hızlı çoğalan nüfus kesimidir. Dolayısıyla ileri yaşlılık daha fazla dikkate alınmalıdır. Eğer ileri yaşlılıkta sağlık ve bakıma muhtaçlık sorunlarına çözüm bulabilirsek, bundan en fazla toplum kazançlı çıkacaktır.

Türkiye’de 80 milyon kişi yaşıyor (TÜİK 2017). Genç nüfusa sahip olduğumuzu düşünüyoruz. Ama nüfusumuz hızla yaşlanmaktadır. Ayrıca engelli oranı %12’yi aşıyor (Türkiye Özürlüler Araştırması 2002). Her 3 yaşlıdan 1’i kronik hastadır ve sosyal güvenliği yoktur. Aileleri bunların sorumluluğunu üstlenmektedir. Bakıma muhtaçlara ise yaşlının eşi, kızı veya gelini bakmaktadır. (Tufan 2008). Bu yüzden bakım sektörünün gelişmesi de önem kazanmıştır. Tesis ve personel eksikliği giderilmelidir ve bakımevleri sırf büyük şehirlerde kurulmalıdır. Çünkü bakıma muhtaçlık mekandan bağımsızdır.

Yaşlanan toplumumuzun en büyük sorunu gelir, servet, mal dağılımındaki dengesizliktir. Yaş, cinsiyet, eğitim, gibi faktörler bunda rol oynamaktadır. Türkiye’nin bir taraftan çoğalan, diğer taraftan yaşlanan nüfusunda yaşam süresi uzun ve çok uzun olanlar çoğalırken, yaşlılık, paylaşım dengesizliğinin de her türlü olumsuz sonuçlarının çoğalmasına neden olmaktadır.

Yaşlıların çoğu özel hanelerde ikamet etmektedir. Kronik hasta, engelli, bakıma muhtaçlar gözden uzak, soyutlanmış bir yaşam sürdürmektedir. Yaşam dönemine bağlı riskleri dikkate alınmamaktadır. Bu yüzden yaşlılık insanlarda kaygı ve korku yaratan bir olguya dönüşmüştür. Ne kadar değil, nasıl yaşayacağız sorusu odak noktaya geçmiştir. Yaşlanma, sağlığı yitirme ve bakıma muhtaçlık anlamına geldiği sürece bu kaygı ve korku artmaya devam edecektir.

Araştırmalar yaşlılığın ve sonuçlarının sosyal yapıyla bağlantısına işaret etmektedir (Backes, 2000). Kültürel, sosyal ve fizyolojik süreçlerin karşılıklı ilişkilerine dayanmaktadır. Tasavvurlar, tecrübeler, zorunluluklar ve biyolojik özelliklerden oluşan bir karışımdır (Grymer, Köster, Krauss, Ranga & Zimmermann, 2005).

Türkiye’de yaşlılara artan ilgi dikkat çekmektedir. Ardında demografik değişim ve buna bağlı çoğalan riskler yer almaktadır. Bu risklerden biri, belki de en önemlisi, sağlık hizmetlerinin gelir-gider hesaplarına göre paylaştırılacağı kaygısıdır (Helmchen, et al. 2006). Yaşlanan topluma ve bunun getireceği risklere (Jasper 2002) hazır değiliz. Bilgi, personel, tesis, ama aynı zamanda sosyal politik boyutlardaki eksikliklerimizi bir an önce gidermeliyiz. Yaşlılığın birey ve toplum açısından risklerini ayırt etmeyi ve her birine farklı müdahalelerin gerekliliğini de kabullenmeliyiz. Yaşlılıkta hastalanma sıklığı ve kronik hastalıklara yakalanma olasılığının artması (Mager, 2002), bireysel bir sorun değildir. Sağlık sisteminin yükünü arttırmaktadır. Yaşlılığın, mutlaka toplumsal bir sorun olarak tanımlanması gerekir…